Deniz GEZMİŞ

Deniz Gezmiş
Savunma

Deniz Gezmiş

Giriş

Bu savunma, mahkemenizde, Anayasayı tağyir, tebdil ve ilgadan yargılanan Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) savaşçılarının ortak savunmasıdır.

İçinde bulunduğumuz şartlar, geniş bir savunma yapmamızı ve şahıslarımızda zincire vurulmak istenen bilimi ve gerçekleri savunmamızı gerektiriyor.

Amacımız, aleyhimize verilecek cezayı önlemekten çok, doğruluğuna inandığımız doğa ve toplum kanunlarının insanlık tarihine nasıl yön verdiğini açıklamaktır.

Toplumların tarihi, ezenler ve ezilenler arasındaki mücadelelerin tarihidir. Çağımıza kadar, bu mücadelelerde ezilenler daima yenilmişlerdir. Fakat 20. yüzyıl tarihimiz, ezenlerin barbarlığına ve bütün baskılarına rağmen, ezilenlerin kurtuluşuna sahne olmaktadır.

Günümüzde ezenleri temsil eden ve çıkarı uğruna yoksul ulusları, boyunduruğu altında tutan Emperyalizmdir. İnsanlık tarihi gericiliğin, barbarlığın ve vahşetin son kalesi olan emperyalizmin de sonunu müjdeliyor.

Bütün ezilen uluslar, emperyalizme, her gün darbe üstüne darbe vuruyorlar. Asırlardır ezenlere karşı mücadelelerde hayatlarını feda edenlerin çabaları boşa gitmemiştir. Dünyamız zafer türkülerini söylemek üzeredir.

Ezenlere karşı verdikleri mücadelelerde, ölen tüm ezilenlere selâm olsun.

Türkiye, emperyalizme karşı ilk Kurtuluş Savaşını veren ve onu dize getiren ülkedir. Bütün ezilen uluslara ışık tutan ve Kurtuluş Bayrağını dalgalandıran Türkiye halkı, bundan 50 yıl önce görevini yapmıştır. Ne yazık ki, o zaman yurdumuzu terk etmek ve yenilgiyi kabul etmek zorunda kalan emperyalist ülkeler, sonradan bir avuç satılmışın menfaati uğruna tekrar yurdumuza girdiler ve Kurtuluş Savaşında gerçekleştiremedikleri emellerini bugün gerçekleştiriyorlar. Ulusumuz, Amerikan emperyalizminin sömürüsü altında ezilmektedir. Kurtuluş Savaşımızda şehit düşen yüzbinlerin onurları ve cesetleri üzerinde yabancı pençesi cirit atmaktadır.

Dünyanın ve Ortadoğu'nun en eski devletlerinden biri olan Türkiye hâlâ kalkınamamış olup, yarı-bağımlı durumdadır. Bir avuç sermaye çevresi Amerikan doları uğruna ulusumuza ihanet etmiş ve bağımsızlığımızı yabancılara ticaret konusu yapmışlardır. Yurdumuzun bağımsızlığı için giriştiğimiz bu kavgada Kurtuluş Savaşımızda şehit olanların onurlarını ve ulusumuzun kaderini korumaya kararlı olduğumuzu bildiriyoruz.

Kurtuluş Savaşımızın tüm şehitlerine selâm olsun...

Amerikan emperyalizmi, sadece ulusumuzu değil, dünya uluslarının çoğunu ezmekte ve sömürüsünü sürdürmektedir. Tüm ezilen uluslar bağımsızlık ve kurtuluş için silâha sarılmış olup çağımızın canavarı emperyalizme karşı mücadele etmektedirler. Bugün ezilen halkların tek ve ortak düşmanı emperyalizmdir. Dünyanın dört bir tarafında bağımsızlık savaşı veren halkların, kimi kurtulmuş, kimi ise zaferin arifesindedirler. Emperyalizme karşı verilen kurtuluş mücadeleleri, bütün kıtalarda gericileri ateş çemberi içine almışlardır.

Asya kıtasında, Vietnam, Laos, Kamboçya, Tayland, Birmanya, Filipinler, Filistin, Bengal ve daha birçok halkların emperyalizmi ve onların emrindeki uşakları alt etmeleri an meselesidir.

Afrika'da, Latin Amerika'da ve başka yerlerde bağımsızlık savaşı veren halklar, bütün baskılara ve katliamlara rağmen mücadeleye yılmadan devam ediyorlar.

Artık Amerikan emperyalizmini, dolarlar, yalanlar, atom bombaları kurtaramaz. Emrinde uşak olarak kullandığı gericilerle tarih sahnesinden silinmeye mahkûmdur. Çünkü dünyada bağımsızlık savaşlarını durduracak ve ulusları ezebilecek hiçbir silah yoktur. Çağımıza damgasını vuran en güçlü silah bağımsızlık ve kurtuluş savaşlarıdır.

Emperyalizme karşı verdikleri mücadelelerinde başlarını eğmeden kahramanca savaşan tüm ezilen uluslara selâm olsun.

Türkiye halkı Kurtuluş Savaşımızda, emperyalizme ve uşaklarına, gerekli dersi nasıl verdiyse, bu defa da onurunu çiğnetmeyecek ve bağımsızlığını elde edecektir. O zaman, emperyalizmin silâhları, uçakları, denizaltıları, emrindeki uşakları dize geldi. Bu defa da dize gelecek ve Türkiye halkı, dünya ulusları arasındaki onurlu yerini alacaktır.

Bugün halkımızı sömüren emperyalizme ve emrindeki bir avuç satılmışa karşı, verilen bağımsızlık ve kurtuluş mücadelemizin bayrağı dalgalanmaya devam edecektir. Şimdiye kadar bu kavgada şehit düşen kardeşlerimiz, gözlerini kırpmadan, hiçbir menfaat gözetmeden, alınları açık görevlerini yapmışlardır.

İşçiler, köylüler, öğrenciler ve tüm yurtseverler gericilere kahramanca karşı koymuşlar ve bu uğurda birçokları şehit olmuştur.

Emperyalizme ve onun emrindeki uşaklara karşı verdiğimiz kutsal bağımsızlık kavgamızın şehitlerine selâm olsun.

Emanetiniz olan bağımsızlık ve kurtuluş bayrağını, alnımız açık, yiğitçe dalgalandırdık, bundan sonra da dalgalandırmaya devam edeceğiz.

Bu kutsal kavgada Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu olarak yaptıklarımızı savunmamızda açıklayacak ve ulusumuzun nasıl sömürüldüğünü anlatarak, yurdumuzu yarı-bağımlı duruma getiren, bir avuç satılmışın yaptıklarını belgelerle ispatlayacağız.

Savunmamızı geniş olarak hazırladık. Osmanlı İmparatorluğu'ndan bugüne kadar geçmiş tarihimizin ekonomik, askeri, siyasi ve kültürel gelişimini alarak inceledik.

Amacımız; belgelerle Türkiye'nin Amerikan emperyalizminin sömürüsü altına girdiğini açıklamak ve Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu'nun bir örgüt olarak neden mücadeleye başladığını anlatmaktır.

Savunmamızda şu temel noktalara ağırlık veriyoruz:

1. Türkiye 50 yıl önce Kurtuluş Savaşı vermesine rağmen neden kalkınamamıştır?

2. Tekrar emperyalizmin sömürüsü altına nasıl girmiştir?

3. Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu'nun amacı nedir?

Bu konuları bütün ayrıntılarıyla açıkladığımız zaman, şimdiye kadar verdiğimiz ifadelerin ve söylediğimiz sözlerin anlamı daha kolay anlaşılır olacaktır.

Türkiye'de, emperyalizme karşı yürüttüğümüz bağımsızlık savaşının anlamını kavramak için, ülkemizin sosyo-ekonomik yapısını bilmek zorunludur.

Bu arada bizim açımızdan fazla önemli olmayan iddia makamının iddianame ve mütalâasına geniş yer vermeyeceğiz. Çünkü, toplum gerçeklerimizden uzak ve bilime aykırı olan iddia makamının görüşlerine önem vermek dahi, toplum bilimini gereksiz bir yoruma sokmak olur.

Osmanlı İmparatorluğu'ndan başlayarak, yapacağımız geniş tahliller, düşüncelerimiz ve eylemlerimiz açısından sağlam bir kararın verilmesini ve amacımızın doğru değerlendirilmesini mümkün kılar.

Günümüz Türkiyesi ve Mücadelemizin Yolu

Günümüz Türkiyesi

1971 Türkiyesi, bir avuç sermaye çevresinin çıkarı uğruna Amerika'ya her türlü imtiyazın verildiği ve Türkiye halkının yarı-bağımlı durumda olduğu bir ülke olmuştur.

Madenlerimiz, bütün sanayi yatırımlarımız Amerikan ve Avrupa sermayesi ile ortaktır.

Bugün Türkiye'nin dış borçları toplamı 45 milyar, bu borçların faizleri ise 15 milyar Türk Lirası civarındadır. Faiz toplamıyla 60 milyarı bulan bu miktar, milli gelirin %40'ıdır. Şimdiye kadar dış borçlar azalmamış, aksine devamlı artmıştır. Bu durumda, 1975 yılında dış borçların toplamı milli gelir toplamını aşacaktır. Bu şu demektir; 1975 yılında Türkiye'nin nüfusu yemese, içmese ve hiçbir masraf yapmasa ve bütün kazancını dış borçları ödemek için kullansa, gene de dış borçlara son vermek mümkün değildir.

Sadece bugünkü dış borçlar ve faizlerinin toplamına göre, Türkiye'de yaşayan her vatandaş yabancı devletlere, 2.000 Türk Lirası civarında borçludur. Bu miktar fert başına düşen milli gelirin yarısına yakındır.

Bu şekilde ekonomimiz bağımlı duruma getirilmiştir. Sayısı 50'yi geçen askeri, iktisadi antlaşmalarla Amerika'ya her türlü imtiyaz verilmiştir. Amerika istediği zaman Türkiye'deki sermayesini ve güçlerini korumak için müdahale edebilecektir.

Diğer önemli kalkınma sorunları, eğitim ve sağlık gibi konulardır.

Sağlık Sorunu

Türkiye'deki sağlık hizmetleri çok geridir. Sayıları 10 binin üzerinde doktor vardır. Ve her doktora ortalama 3 bin civarında hasta düşmektedir. Bunun bölgelere göre dağılımını hesaplarsak; nüfusun %10'unun yaşadığı İstanbul ve çevresinde doktorların %42'si bulunmaktadır. Buna İzmir ve Ankara bölgelerini de eklersek oran %70'e çıkmaktadır ki, bu bölge halkı, nüfusumuzun %30'unu meydana getirmektedir. Doğu'ya doğru gittikçe bu oran çok düşmektedir. Yıllardır uygulanan sosyalizasyon netice vermemektedir. Aynı şekilde sağlık kuruluşları da çok yetersizdir. Bölgeler arasındaki bu korkunç dengesizlik yüzünden küçük ve önemsiz bir hastalık dahi salgına sebep olmaktadır. Türkiye'de her doğan bin çocuktan 200'ü, daha bir yaşına gelmeden ölmektedir. Doktor yetiştiren okulların yapısı Türkiye şartlarına uygun değildir. Çünkü, Türkiye'nin pratisyen doktora ihtiyacı vardır. Halbuki, tıp okullarında, mütehassıslar yetiştirilmektedir. Bunun doğal sonucu, doktorlar, ya büyük şehirlerde klinikler açarak simsarlık yapmaktalar, ya da yurdu terk etmektedirler. Bugün yurtdışında bulunan doktorlar toplam doktor sayısının %30'udur. Emperyalizm, kârlı olan bu işi de gözden kaçırmamıştır. Kendi ülkesinde yetiştireceği doktorun masrafından kaçınmak için geri ülkelerdeki hazır, diplomalı doktorları kullanmaktadır. Büyük beyin akımına sebep olan bu yol ise önlenememektedir. Çünkü önlemek Amerika'nın işine gelmemektedir. İktidarlar yıllardır bu beyin ihracına bir çözüm yolu aradıklarını iddia ediyorlar. Aradıkları çözüm yolu Amerikan çıkarlarıyla çatışmayan bir yoldur. Söyleyelim, böyle bir yol bulmak mümkün değildir.

Eğitim Sorunu

Yurdumuzda nüfusun %65'i okur-yazar değildir. Bu oran dünya devletleriyle kıyaslanırsa çok gerilerdedir. Binlerce köyümüzde hâlâ okul yoktur. Okul çağındaki yüzbinlerce çocuk laik eğitime taban tabana zıt Kuran kursları ve benzeri yerlerde çağdışı bilgilerle eğitilmektedirler. İlkokulu bitiren yoksul aile çocukları orta dereceli okullara devam edememektedir. Geri bıraktırılmış bir ülke olan Türkiye'de orta öğretimde, teknik ve mesleki öğretime ağırlık verilmesi gerekirken, bunun tam tersi uygulanmaktadır. Orta dereceli okullardaki öğrencilerin sadece %15'i teknik ve mesleki okullara devam etmektedir.

Yüksek okullarımızdaki durum ise daha hazindir. Üniversite ve yüksek okul öğreniminde, branşlar ülke ihtiyaçlarına göre düzenlenmemektedir. Bir taraftan doktor ve teknik uzman sıkıntısı çekilirken, hukuk ve iktisat konularında öğrenim yapanlar iş bulamamaktadırlar. Ve bugün yurdumuzda üniversite mezunları arasında ciddi işsizlik problemi vardır.

Diğer kalkınma sorunlarına gelince, birkaç büyük şehir dışında, halkın yaşadığı diğer kesimlerde büyük bir sefalet vardır. Köylerimizin %2.4'üne elektrik ancak girmiştir. Türkiye toplumunun %70'ini meydana getiren köylüler, büyük bir gerilik içinde ağa ve tefecilerin altında ezilmektedirler.

Milli gelire bir göz atarsak şunu görürüz: Yurdumuzda çalışan halkın %70'i tarımla, %13'ü sanayi alanında geri kalan %12.5'i hizmetler sektöründe uğraşmaktadır. Tarım kesiminde gelir dağılımı şöyledir; çalışan halkın %90'ı gelirinin %42'sini, geriye kalan %10'u yani ağa, tefeciler ise %58'ini almaktadır. Yani bir avuç ağa ve tefeci takımı, 25 milyon köylünün gelirinden fazla gelir almaktadır. Toplam nüfusumuzun %20'sini teşkil eden azınlık milli gelirin %57'sini almaktadır. İşsizlikten dolayı yurtdışına göçmen gönderilirken, açlıktan her türlü ahlâk bozukluğu, cinayet sürüp giderken, gündeliği 15 liraya iş bulunmazken bugün Türkiye'de günde 250 bin lira kazananlar vardır.

Ezilen Halkımız

27 Mayıs İhtilâline halkımız ümitle bakıyordu. Reformların yapılmasını, sömürünün ortadan kaldırılmasını ve insanca muameleye tabi tutulmalarını arzuluyordu. İhtilâl kadrosu, bunları yapmadan idareyi sivil yönetime devretti. Fakat 1961 Anayasasını getirerek, gelecek hükümetlerin Anayasada öngörülen reformları yapmalarını mecbur tuttu. 1961 yılı seçimleri, DP'nin varisi AP ve CHP'nin koalisyonunu getirdi. Burada çok önemli bir nokta şudur: 1960 yılında DP İhtilâlle düşürüldü. İhtilâl hükümetinin hazırladığı 1961 Anayasası halkın referandumuna sunuldu ve kabul edildi. Fakat bunun hemen arkasından, politikasıyla Anayasaya aykırı olan AP çoğunluğa yakın bir miktarda oy aldı. İlk bakışta karışık görülen bu meselenin sebebi basittir. DP'yi meydana getiren, patron, ağa, tefeci-eşraf kesimi İhtilâlden sonra, bir süre sindi ve halk üzerindeki baskısını gevşetti. Anayasa halkın referandumuna sunulduğu zaman, ileriyi garantiye alamadıkları için, oy tüccarlığı yapmaktan korktular ve bu yüzden halkın tamamı olmasa bile çoğunluğu serbestçe oy kullanabilmiş oldu. Anayasanın kabulü ve AP'nin seçimlere girmesinden sonra ortamı geliştirmek için müsait bulduklarından halka baskı yaparak AP'nin 158 milletvekili çıkarmasını sağladılar. Bu dönemde seçime katılan ve DP'nin ikinci bir varisi olan YTP'nin çıkardığı 65 milletvekili ile sayıları 223'ü buluyordu. Anlaşılmaktadır ki, İhtilâlin ertesi yılı DP'yi seçen ve koruyan güçler meclisin yarısını teşkil edecek kadar milletvekili seçmişlerdi. Halkımızın büyük çoğunluğu köylerde yaşar, okur-yazar değildir, seçimlerde kullanılan oy pusulalarının hangi partilere ait olduğunu dahi, çoğu seçemez. Ağa-tefeci-eşraf tahakkümü altındadırlar. Nurculuk, Süleymancılık gibi gerici akımlar halkı baskı altına almışlardır. Amerika tarafından beslenen ve halkları Müslüman olan bütün devletlerde örgütlenen Aramco şirketi yurdumuzda da yoğun faaliyet göstermektedir. Doğal olarak köylüler oy kullanırken ağa-tefeci-eşraf takımının istediği partiye vermektedirler. İşçiler kesimine gelince; durum aynıdır. Gerek özel teşebbüste olsun, gerekse İktisadi Devlet Teşekküllerinde olsun, gerici AP'nin koruyucusu olan patronlar ve sarı sendikalar, işçileri işten atmak ve aç bırakmakla tehdit ederek, oylarını almaktadırlar. Seçim dönemlerinde gazete veya başka yollardan bütün oyunların binlercesine şahit oluyoruz. Böylece ağalar, patronlar, tefeci ve eşraf yoksul halkımızın seçme hakkını tekeline almıştır.

1961 yılında seçimle kurulan koalisyon hükümeti Anayasanın öngördüğü reformları gerçekleştirmemiştir. Kabul ettiği en önemli şey, işçilere grev hakkıdır. CHP toprak reformu yapmak istemiş, fakat diğer partiler tarafından engellenmiştir. Engelleyenler arasında CHP'li birçok toprak ağası ve gerici de vardır. Yapılan diğer işler geçici olmuş ve çoğu tatbik edilmemiştir. Kargaşalık ortamında devam eden koalisyon hükümeti 1964'te İsmet İnönü'nün düşürülmesi ile son bulmuş ve 1971 yılına kadar AP saltanatı şeklinde devam etmiştir. Altı yıllık AP döneminin özelliği şudur; bir taraftan reformları öngören yürürlükteki 1961 Anayasası, diğer taraftan reformlara ve yürürlükteki Anayasaya karşı AP hükümeti vardır. İşçiler, köylüler, küçük esnaflar, küçük memurlar, zanaatkârlar, öğrenciler ve tüm Türkiye halkı Anayasanın yanında yer alarak uygulanması için baskı yapıyordu. AP, diğer gerici partiler, Amerikan ortaklığı patronlar, ağalar ve tefeciler Anayasayı uygulamamak ve talanı devam ettirmek için birleşiyorlardı. AP kontrolü sağlamak için Anayasayı değiştirmek istiyor, fakat imkân bulamıyordu. Neticede, kurtuluş çaresini Anayasayı uygulamak ve uygulanmasını isteyenleri susturmakta buldu. Bunun peşinden doğal olarak, halk kitlelerinde AP politikasına ve sömürüye karşı direniş başladı. Böylece, uygulanmayan ve uygulanmaması için her türlü çaba gösterilen reformlar ve sosyal adalet ilkeleri, halk kitlelerini demokratik mücadelelere sürüklüyordu.

Köylülerin toprak işgalleri, işçilerin grev ve işgalleri, memur boykotları ve öğrenci hareketleri gibi birçok demokratik eylemler; Anayasaca verilmesi öngörülen fakat AP tarafından verilmeyen hakların alınması için yürütülmüşlerdir.

İşçi Hareketleri

27 Mayıs kadrosu, işçilere grev hakkı verilmesini kabul ettiği için, koalisyon hükümeti döneminde Grev ve Lokavt Kanunu kabul edildi. Fakat daha kanun çıkmadan İstanbul'da Kavel (Kablo ve Elektrik Malzemesi Fabrikası) işçileri kanunsuz grev yaparak Anayasada öngörülen grev haklarının verilmesini istediler.

Grev ve Lokavt Kanununun kabulünden sonra sendikal örgütlenme başladı. İşçilerin mücadelesini kırmak, sabote etmek ve kontrol altında tutmak için sarı sendikacılar derhal faaliyete geçerek, sarı sendikalar kurmaya başladılar. İşçiler bilinçsiz oldukları ve başka sendikalar da bulunmadığı için mecburen sarı sendikalara giriyorlardı. 1965 yılına kadar bu durum devam etti. Bu arada Çorum ve Manisa temizlik işçileri demokratik talepleri için Ankara'ya kadar yürüdüler. Sarı sendikacılar, işçileri Türk-İş Konfederasyonu adı altında örgütledi. Amerika, işçi sınıfını elde tutmak ve sömürüsüne devam etmek için AID (Amerikan Yardım Teşkilatı) gibi yardım kuruluşları yolu ile sarı sendikacılığa yardım ediyordu. 1965 yılından sonra bilinçli işçiler sarı sendikacılığa karşı yeni örgütlenmeğe gittiler. Esas işçi mücadelesi bundan sonra başlar. Bir taraftan patronlara karşı haklarını koruyor, bir taraftan da sarı sendikacılık tarafından yıkılmamak için mücadele ediyorlardı. Yoğun bir çaba sonunda Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) kuruldu. Grev ve Lokavt Kanunu kabul edildiğinden bu yana beş yüzden fazla grev olmuştur. Bunlardan başarılı olanlar, DİSK'e bağlı olan sendikaların grevleridir. Sarı sendikalar ise hemen hemen her zaman işverenle anlaşıyor ve işçi haklarını koruma yerine, işveren haklarını koruyorlardı. Birçok sarı sendika işçilerin haberi olmadan işveren tarafından kuruluyordu. İşçiler buna karşı koydukları zaman da, işten atılıyor, eylemleri polis ve jandarma zoruyla bastırılıyordu. Zulme ve baskıya karşı, yiğitçe direnen işçiler, fabrikaları işgal ederek karşı koyuyorlardı. Sömürüyü, sarı sendikacılığı ve baskıyı protesto için işgal edilen başlıca işyerleri şunlardır:

1. Türk-Demir Döküm Sanayi işçileri,

2. Silahtarağa işçileri,

3. Goodyear lastik fabrikası işçileri,

4. Üstün Çelik fabrikası işçileri,

5. Emayetaş işçileri,

6. Gıslaved lastik fabrikası işçileri,

7. Horoz çivi fabrikası işçileri,

8. Bossa dokuma sanayi işçileri,

9. Pertrix pilleri fabrikası işçileri,

10. Güney Sanayi işçileri,

11. Aliağa Rafinerisi işçileri, v.s.

Ve bunlara eklenebilecek bir çok fabrika vardır. İşçiler kendilerini sömüren Amerikan ortağı bu fabrikalarda, yaptıkları işgallerle sarı sendikacılığı ve patron zulmünü protesto ederek, alınterlerine ve emeklerine göz koyanlara karşı dikilmişlerdir.

1970 yılında devrimci sendikaları ortadan kaldırmak ve sarı sendikacılığı korumak için getirilen yeni sendika kanununa karşı, gene Anayasal haklarını kullanarak direnmişlerdir. İstanbul'da 100 bin civarında işçinin yürüdüğü, 15-16 Haziran olayları tanklarla bastırılmış ve üç işçi şehit olmuştur. Bu olay AP'nin Anayasaya aykırı olarak işçi haklarını kısıtlamak istemesi üzerine patlak vermiştir. AP olaylardan sonra "iç isyan var" bahanesiyle sıkıyönetim ilan etti ve yüzlerce işçiyi hapsetti. İşbirlikçi patronlar ise fırsatı ganimet bilerek bilinçli işçileri işten attılar ve geniş bir temizlik hareketine girişerek sömürülerini devam ettirdiler.

Başta DİSK olmak üzere bütün devrimci sendikaları kapatmaya kararlı olan AP, bu muradına nail olamamıştır.

Emeklerini korumak için sömürüye ve faşist tedbirlere karşı işçi sınıfının 15-16 Haziran Direnişi, Türkiye işçi tarihinin ve anti-emperyalist mücadelemizin şeref sayfası olmuştur.

Köylü Hareketleri

Toprak reformunun yapılmaması, ağa ve tefecilerin köylüleri kıskaç altına alması ve sömürülerini devam ettirmelerine karşı, köylüler direnişe geçmişlerdir. Yüzlerce miting, yürüyüş ve işgaller olmuştur.

Karadeniz bölgesinde çay üreticileri, tefecilere ve hükümet politikasına karşı çıkmışlar ve emeklerinin karşılığını almak için Rize Çay Fabrikasını işgal etmişlerdir. Gene Karadeniz Bölgesinde; Ordu'da fındık üreticileri, tefeci ve ihracatçılık yapan, fındık krallarının sömürüsünü protesto için, fındık fabrikalarını işgal ettiler ve bir köylü şehit oldu.

Elmalı'da, Bafa Gölü'nde, Atalan'da, Göllüce'de, Değirmendere'de, Ören'de, Araplar'da, Alaçam'da ve sayıları elliyi geçen köyde halk ağaların topraklarını işgal etti.

Köylülerin yürüttükleri bu işgallerin tarım kesiminde yürütülmesi, ağaların toprak mülkiyeti ve tasarruf hakkı açısından önemlidir.

Elmalı olayları:

Elmalı, Antalya'nın bir ilçesidir. Bu kasabaya 10 km. uzaklıkta Karagöl'ün etrafında birkaç köy bulunmaktadır. Altmış yıldan beri köylülerin tasarrufunda olan toprak, Balkan Savaşı, Birinci Emperyalist Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı dönemlerinde, köylüler savaşta oldukları için göl çevresindeki araziyi ağalar tasarrufları altına almışlardır.

Fakat, bir kısmı gene köylülerin tasarrufundadır. Sonradan devlet tarafından göl, kanallar açılmak suretiyle kurutulmuştur. Kurutulan göl yerindeki araziyi köylüler kullanmaya başlarlar. Ağalar ise toprağın çok verimli olduğunu gördüğü için, "göl kurutulmadan önce çevre arazinin tasarrufu bize aitti" diyerek hak iddia ederler. Bir taraftan köylüler, diğer taraftan ağalar ekip biçmeye başlarlar. Ağalar, toprağı köylülerden almak için jandarma çağırır, köylülerin ekinlerini sürmeye başlarlar. Bu defa köylüler toprağı işgal ederler, fakat jandarma zoruyla işgal durdurulur. Bugün kurutulan gölün bütününü ağa işletmekte ve köylüleri de emrinde ortakçı olarak çalıştırmaktadır. Böylece Birinci Emperyalist Savaşta ve Kurtuluş Savaşında vatan savunmasına katılan köylüler geçim kaynakları olan arazilerini ağalara kaptırmışlardır.

Elmalı'daki bu arazinin miktarı 15 bin dönüm civarındadır.

Bafa Gölü olayları:

Aydın'da, CHP'li toprak ağası İsmail Rüştü Aksal'ın arazisi yakınında Bafa Gölü vardır. Çevredeki köylüler topraksız olup bu ağanın emrinde çalışmaktadırlar. Gölde çok miktarda balık olduğu için köylüler balıkçılık da yaparak geçimlerini temin etmektedirler. İsmail Rüştü Aksal göldeki balıklardan kendisinin yararlanması için, "Bu göl benim arazim içindedir ve bana aittir" diyerek köylülere balık avlattırmaz. Köylüler ise gölde ağanın hakkı olmadığını bildikleri için direnirler. Bunun üzerine ağa göle dalyanlar kurar ve silahlı bekçiler dikerek, köylülerin balık avlamasını yasaklar. Bugün Bafa Gölü çevresindeki köylülerden bir çoğu bekçilerin silah kullanmaları sonucu sakattır.

Buraya da jandarma müdahale etmiş ve köylülerin balık avlamasını yasaklamıştır.

Araplar toprak işgali olayı:

Araplar köyü, Adıyaman'ın Besni ilçesine bağlı bir köydür. Yirmi yıl kadar önce bir ağa, topraksız köylülerden birkaç aileyi toplayarak devlet hazinesine ait olan Araplar'a yerleştirir. Bu süre içinde orası büyüyerek bir köy olur. Bu defa ağa tasarruf hakkı kullanarak köyün tapusunu çıkartmaya çalışır ve daha modern üretim yapmak için köye traktör sokarak köylüleri araziden ayırmak ister. Bunun üzerine köylüler araziyi işgal ederler. Ağa toprağı kaptırmamak için köye jandarma sokar ve köylülerin elinden toprağı geri alır. Köylüler hâlâ ağanın emrinde çalışmaktadır ve bir kısmı köyü terk etmeye mecbur olmuştur.

Toprak işgallerinin ekonomik nedenleri incelendiği zaman hepsinde toprak ağalarının, sömürüsü, zulmü yatar ve toprak işgali olan bütün köylerde, toprağa sahip olduğunu iddia eden ağa tapuya sahip değildir. Tasarruf hakkı ise köylülerin elindedir. Ağalar şu yollarla topraklarını genişletmektedirler:

1. Devlet hazinesine ait topraklara el koyarak,

2. Ormanları yok ederek,

3. Köylüleri borçlandırarak,

4. Köylüleri jandarma zoru ile topraktan atarak.

Bu tür yollarla elde edilen toprakların işgali, köylülerin en tabii haklarıdır. Çünkü, toprağı kendileri işlemekte ve tasarrufları kendilerine ait bulunmaktadır. Bugüne kadar yurdumuzda elliden fazla toprak işgali olmuştur. Hepsinde de, köylüler haksız çıkarılmış ve jandarma zoru ile araziler ağalara teslim edilmiştir.

Geçmiş bütün iktidarlar, toprak ağalığını himaye etmişlerdir. Elli yıldır konu olan toprak reformu gerçekleştirilmemiştir. Ve bundan sonra gelecek iktidarlar da yapamayacaktır. Çünkü, köylüler üzerinde sömürü ağını kaldırmak bugünkü iktidarlar için imkânsızdır. Toprak reformu, köklü ağır sanayi ile bir arada yürütülmezse, hiçbir işe yaramaz ve beş-on sene içinde topraklar tekrar tefeci ve ağaların eline geçer. Cumhuriyetten bu yana toprak reformunun yapılmaması da, güçlerini göstermesi bakımından önemlidir.

Erim hükümetinin reformları arasındaki en önemli konulardan biri olan toprak reformunu gerçekleştirmek zordur. Şayet yapılırsa bir toprak reformu olmayacaktır, fakat büyük kapitalist işletmelerin oluşacağı bir program olacaktır. Bu ise nüfusun %70'ini meydana getiren köylülere hiçbir etki yapmayacak ve ekonomik durumları düzelmeyecektir.

Türkiye'de geri yapıdaki toprak ağalığının bulunduğu bölge, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesidir. Diğer bölgelerimizde ise toprak ağalığı kapitalist işletmeler haline dönüşmüştür. Aynı durum, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde varlığını hissettirmektedir. Bilhassa son yıllarda toprak ağalığı verimli bölgelerde köylüleri silah zoruyla topraklardan atarak, buraları geniş kapitalist işletmeler yapmaya çalışmaktadırlar. Bugün, Diyarbakır, Siirt, Mardin, Urfa, Bitlis bölgelerinde toprak zaptetmek ve korumak için silahlı ordu besleyen yüzlerce ağa vardır. Köylüler ise, topraklarını kaptırmamak için silahlanmaya ve karşı koymaya mecbur olmaktadır. İşte o zaman da doğuda isyan oluyor diyerek, köylülerin üstüne komandolar sürülüyor. 1970 yılında jandarma komandolarının doğudaki topraksız köylüler üzerinde yaptıkları zulüm, bir işgal ordusunun dahi kolay kolay yapamayacağı şeylerdir. Köylere yapılan komando baskınlarına gerekçe olarak asayişin temini gösterilmektedir. Kastedilen asayiş ve huzur o bölgedeki toprak ağalarının asayişidir. Komando saldırılarında köylülere yapılan birkaç zulüm örneği:

1. Bütün köylüleri toplayıp, suyun içinde yat-kalk talimleri yaptırmak,

2. Köyün imamını çırılçıplak soyduktan sonra tenasül uzvuna bir ip bağlayarak, eşinin eline vermek ve sürüklemek.

3. Ağaların zulmünden kaçanları yakalamak için, kaçağın eşini veya kızkardeşini çırılçıplak soyarak, kaçak gelip teslim olana kadar oynatmak,

4. Köyün erkeklerini sırtüstü yatırarak yaptıkları insan zemini üstünde kadınlara halay çektirmek,

5. Çocukları bacağından ağaçlara asmak ve bunlardan sonra da seri işkenceye geçmek vs.

Kars, Erzurum, Muş, Bingöl, Elazığ, Diyarbakır, Siirt, Mardin, Bitlis ve Urfa vilayetlerini içine alan bu alanda dört ay süreyle yapılan komando baskın ve saldırılarında sadece işkence ile üç köylü şehit olmuş, birçok köylü ise sakat kalmıştır. Ayrıca işkenceye uğrayıp tahammül edemeyen ve sonradan intihar edenler vardır.

Komandolar gittikleri bütün köylerde "Bizim kanunumuz yok, her istediğimizi yaparız" demektedirler. Halk, korkusundan değil şikâyet etmek, olaylardan bahsetmekten dahi korkmaktadır. Bu arada ağalara ve onların emrindeki silahlı adamlara hiçbir şey olmamıştır. Komando saldırılarının bu derece yoğunlaştığı ve "kanun kaçaklarını yakalıyoruz" diye köylülere saldırdığı bir sırada, 1970 yazında doğunun toprak ağası, silahlı çete reisi ve insan kasabı Mehmet Emin Özbay, Diyarbakır'da, Vali ile beraber gece kulüplerinde yaz tatilini geçiriyordu.

Ezilen halkımızın sömürüye ve onun dayanağı Amerika'ya karşı yürüttüğü demokratik mücadelelerden; öğretmen teşekkülleri, memur sendikaları, harp gazileri, teknik elemanlar, yargıçlar, öğretim üyeleri, astsubay eşleri ve yetimlerle dulların direnişlerini ve bunun gibi birçoklarını saymak mümkündür. Bu direniş ve protestoların hemen hemen hepsi, AP iktidarının çıkartmak istediği anti-demokratik kanunlara karşı olmuştur. Hayat pahalılığı ve zamların ayyuka çıktığı yurdumuzda sadece küçük bir grubu memnun etmek için çıkarılan Personel Kanunu geniş memur kesimini kapsamına almadığı için demokratik direnişler başlamıştır. Bunlardan öğretmen teşekkülleri, memur sendikaları, teknik elemanlar çalıştıkları müesseselerde işleri boykot ettiler ve yürüyüş yaptılar. Astsubay eşleri, harp gazileri, yetimler ve dullar yürüyüş yaparak Personel Kanunu'nu protesto ettiler.

1969 yılında Yargıtay Başkanı İmran Öktem'in cenazesine gericiler saldırdılar. Bunu protesto etmek için Ankara'da, Yargıtay, Sayıştay, Danıştay ve adliyelerin bütün yargıçları, üniversitelerin öğretim üyeleri ve öğrenciler, bütün devrimci örgütler, başta Dev-Genç olmak üzere, TÖS, İlk-Sen, DİSK, Per-Sen, Tek-Sen gibi birçok örgüt yürüyüş yaptılar. Sayıları 100 bini geçen bu büyük yürüyüşte; yargı organları, yürütme organını protesto ediyordu. Dünyada yargı organlarının temsilcisi yargıçların yürüdüğü ülke sayısı parmakla gösterilecek kadar azdır. Ama ne yazık ki, Türkiye'de yargıçlar yürümeye mecbur olmuşlardır. Ve şunu belirtelim, AP'nin gerici militanları İmran Öktem'in cenazesine saldırdıkları zaman gericileri susturanlar, bugün sıkıyönetim mahkemelerinde yargılanan devrimcilerdir.

Gençlik Hareketleri

27 Mayıs'tan sonra yoğunlaşan öğrenci olayları, bilhassa son dört yılda bilinçli bir döneme girdi ve Amerikan emperyalizmi ile yerli ortaklarını tedirgin etmeğe başladı.

Öğrenci hareketleri iki amaçla yürütüldü:

1. Emperyalizme ve ortaklarının sömürüsüne karşı diğer halk kesimlerini desteklemek ve baskılara karşı direnmek,

2. Öğrencilerin, üniversitelerin sorunlarına dönük mücadele.

Gençliğin meşru ve demokratik direnişlerine iktidarın polisi ve emrindeki gericiler silahla karşı koymuşlardır. Sayıları binleri bulan yürüyüş, miting, forum, boykot ve işgal gibi eylemler daima silahla bastırılmıştır. Gençlik hareketleri içindeki eylemlerin gerekçelerine bakarak bunu daha iyi anlayabiliriz.

1967 yılında özel okulların devletleştirilmesi için üçyüz öğrenci İstanbul'dan Ankara'ya kadar yürümüşlerdir. O zaman AP ve gerici çevrelerce haksız karşılanan bu talep, bugün bizzat gericiler tarafından uygulanmak üzeredir.

1968 yılında AP Anayasayı değiştirmek istediği zaman okullarda boykot ve işgallere gidilmiştir. O zaman Anayasanın uygulanması için kahramanca direnen ve şehit veren öğrenciler, bugün sıkıyönetim mahkemelerinde hem o işgallerden dolayı, hem de Anayasayı ihlalden dolayı yargılanmaktadırlar.

Akdeniz'in saldırgan jandarması 6. Filo'nun İstanbul ve İzmir'e gelişlerine karşı protestolar artmış ve 6. Filo Türkiye'ye uğramaz olmuştur. Devrimci gençler bir-iki yıl da olsa, 6. Filo'nun İstanbul ve İzmir gibi şehirleri kerhane olarak kullanmalarını engellemişlerdir. Fakat bugün aynı 6. Filo, Türkiye'ye rahatça gelmekte ve cinsel ihtiyaçlarını karşılamak için gelenlere iktidar alkış tutmaktadır. Bu konuda 1 Eylül 1971 günü 6. Filo'nun yurdumuza gelişiyle ilgili olarak Amerikan New York Times gazetesinin sahibi C.L. Sutzberger şöyle yazıyor:

"Bakanlar artık taşlanmaktan korkmadan Amerikan taraftarı konuşma yapabilirler ve Amerikan gemileri de gösteri korkusu olmadan Türkiye'yi tekrar ziyaret edebilirler.

Hükümet son zamanlarda afyon ekimini yasaklayan bir kanun çıkarmıştır ki, bu kanun da, Washington'u çok memnun etmiştir."

Bu sözler, iktidar tarafından uygulanan politikanın kimleri memnun ettiğini açıkça ortaya koymaktadır.

Diğer taraftan AP emniyet teşkilatları ve valiliklerce kurdurulan ve Shell, Mobil-Oil gibi Amerikan petrol şirketlerinden yardım alan Ülkü Ocakları, Mücadele Birliği gibi gerici teşkilatları gençlik eylemlerine karşı kullanmıştır.

Diğer taraftan, AP iktidarı zamanında, üç yıl içinde hükümetin cinayet şebekeleri, "Otuz"dan fazla siyasi cinayet işlemişlerdir. Bunların bir kısmı gerici ayaklanmalar tertipleyerek, cihat çağrıları ile ve camilere bomba koyup halkın inançlarını körükleyerek işlenmiş cinayetlerdir. Diğerleri ise planlı yürütülmüş ve polislere para karşılığı işletilmiş cinayetlerdir.

1968 yılında, 6. Filo'yu protesto eden gençlere karşı, misilleme yapan polisler, İstanbul Teknik Üniversitesi Gümüşsuyu Yurdu'nu basarak Vedat Demircioğlu'nu yurdun üçüncü katından aşağı atmışlardır. Aynı günlerde, Ankara'da yakalanan devrimcilerin adliyedeki davalarını takibe giden Atalay Savaş, Anafartalar Caddesi'nde araba ile çiğnenmiştir.

1969 yılında, 6. Filo'nun İstanbul'a tekrar gelişini protesto için yürüyüş tertiplenmiştir. Yürüyüşe katılan 30 bin civarında işçi, öğrenci ve memurlardan oluşan büyük bir halk topluluğuna, Dolmabahçe Camii'nde cihat çağrısı ile toplanan, bin kişi civarındaki gerici güruhu saldırmıştır. Polislerin gericilere yardım ettiği bu saldırıda, Mehmet Ali Aytaç ve Duran Erdoğan öldürülmüştür. Aynı yıl Eylül ayında, İstanbul Üniversitesi yakınında Taylan Özgür'ü gazete okurken polisler kahpece vurmuşlar ve sonra da devletin arabasına binerek olay yerinden uzaklaşmışlardır. Bu cinayetten birkaç gün sonra Mehmet Cantekin ve Mehmet Büyüksevinç, Mücadele Birliği, Ülkü Ocakları ve Emniyet Teşkilatına mensup gericiler tarafından açılan yaylım ateşi sonucu ölmüşlerdir. Battal Mehetoğlu ise, gericiler Dolmabahçe Camii'nde sabah namazından çıktıktan sonra, Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi önünde nöbet bekleyen polis arabalarından arkalarına pusu kurarak açtıkları yaylım ateşiyle vurulmuştur.

1970 yılında Ülkü Ocaklarına bağlı faşistler Hacettepe Üniversitesi'ne araba ile gelmişler ve öğrencilerin üstüne yaylım ateşi açarak Doktor Necdet Güçlü'yü öldürmüşlerdir. Aynı yıl faşistler İstanbul Çapa Enstitüsü'ne ve Ankara'da Fen Fakültesi'ne saldırarak, Hüseyin Aslantaş ve İlker Mansuroğlu'nu öldürmüşlerdir. Yine 1970 yılı sonlarında Ankara Fen Fakültesi'nde, faşistler pusu kurmuş ve okuldan çıkarken Recep Sakın, Nail Karaçam ve Mehmet Demir'in üzerine ateş açmışlar, Nail hemen ölmüş, Recep Sakın ve Mehmet Demir ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılmışlardır.

İstanbul'da Gamak ve Gislaved fabrikalarına saldıran polisler, işçilerden Hüseyin Çapkan ve Şerif Aygün'ü öldürmüşlerdir.

İzmir Aliağa Rafinerisinde, işvereni protesto eden Yapı İşçileri Sendikası Başkanı Necmettin Giritlioğlu öldürülmüştü.

Ankara Sağlık Personeli Sendikası'nda çalışan Hıdır Altınay yakalanarak Ankara Emniyetine götürülüp işkence ile öldürülmüş ve sonra da intihar süsü vermek için Emniyet Sarayı'ndan aşağıya atılmıştır.

Balıkesir Öğrenci Yurdu'na faşistlerin yaptığı baskında ise Niyazi Tekin öldürülmüştür.

5 Mart 1971 günü ODTÜ'ye saldıran güvenlik kuvvetleri Erdal Şener'i öldürmüşlerdir. Hafif ve ağır makineli silahların kullanıldığı bu saldırıda okul her taraftan kuşatıldığı için kendi mermileriyle Mevlüt Meriç isimli askeri ve bir işçiyi de öldürmüşlerdir.

Tunceli'de Pir Sultan Abdal piyesi oynanırken Emniyet sabote etmiş ve polisler tarafından Mehmet Kulan isimli köylü yurttaş öldürülmüştür.

Amasya ve Hatay Türkiye İşçi Partisi İl Başkanları, Emniyet Teşkilatı tarafından planlanarak öldürülmüşlerdir.

Kırıkhan'da polisler camiye bomba koymuş ve peşinden gericiler tahrik ederek katliama girişmişler ve bir kişiyi öldürmüşlerdir.

Üç yıl içinde bu kadar siyasi cinayeti işleyenler hiçbir takibata uğramamışlardır.

Bugün demokrasi şampiyonu geçinen ve idam fermanı çıkaran sıkıyönetim savcıları. Sizlere sesleniyor ve göreve çağırıyoruz. Cezaevleri devrimcilerle dolu iken, bu kiralık katillerden bir tanesini dahi olsun neden yakalamıyorsunuz? Yoksa bu kadar siyasi cinayet, peşine düşülmeyecek kadar önemsiz midir? Devrimciler vatana ihanetten yargılanırken, bu cinayetleri işlemek vatan görevi mi kabul edilmektedir? Bu cinayetleri işleyenlerin birçoğunu biliyor ve duyuyoruz.

1. Taylan Özgür: Polis İhsan Çakıcı tarafından vurulmuştur, terfi ederek komiser olmuştur ve halen İstanbul Emniyet Teşkilatı'nda çalışmaktadır.

2. Nail Karaçam: Polis Sabri Can, Mahir Özsoy, Hasan Ali Arıkan ve Sami Bal (Ülkü Ocakları'na bağlı faşistler) tarafından vurulmuştur.

3. Hıdır Altınay: Ankara Emniyeti, eski İkinci Şube Müdürü Mustafa Erdoğan ve aynı şubede Komiser Selçuk tarafından hunharca öldürülmüştür.

4. Doktor Necdet Güçlü: İbrahim Doğan (Ülkü Ocakları'na bağlı faşist) tarafından,

5. Necmettin Giritlioğlu: Kâzım Soyuncu tarafından,

6. İlker Mansuroğlu: Sabri Can, Mahir Özsoy ve Sami Bal tarafından,

7. Mehmet Cantekin: Semih Topçu ve Abdülkadir Akpınar (Mücadele Birliği'ne bağlı gericiler) tarafından öldürülmüşlerdir.

Bütün bu kiralık katiller halen İstanbul Emniyet Teşkilatı'nda, Sıkıyönetimin emrinde çalışmaktadırlar.

Bugünkü iktidar tarafından, ortaokul öğrencileri dahi sınıf diktatoryası kurmaktan yargılanırken, siyasi cinayetlerin katilleri korunmakta ve taltif almaktadırlar. Cinayetlerle ilgili sivil mahkemelerdeki bir kısım dosyalar yok edilmiştir.

Toprak Reformu

İnönü hükümetinin Tarım Bakanı Cavit Oral yeni bir tasarı hazırlamıştır. 1945'teki Toprak Reformu'nun yapılmasını engelleyenlerden ve kendisi Adana'nın büyük toprak sahibi ailelerinden olan Cavit Oral bu işin kurnazlıklarını çok iyi biliyordu. Hazırladığı tasarı, görünüşte arazi limitini 20.000 dönümden 5.000 dönüme indiriyordu. Fakat kamulaştırmada esas "Çiftçi Ailesi" değil, "kişi" oluyordu. Bunu duyan örgütlenmiş ağalar arazilerinin mülkiyetini yakın akrabaları arasında paylaştırmış, böylece kişilerin elinde 5.000 dönümden az arazi kalmıştır. Bu tasarı da geciktirici bazı hükümler konularak uygulanmamıştır. Aslında uygulansa idi dağıtılacak arazi yine bulunamayacaktı. Bundan sonra iki yıl Toprak Reformu'ndan bahsedilmemiştir.

1965 yılında, Bağımsızlar-CHP Koalisyonu döneminde, Tarım Bakanı Turhan Şahin yeni bir tasarı hazırlamıştır. Bu tasarı Toprak Reformu'nun 25 yılda yapılmasını öngören, ılımlı bir öneri idi. İnönü, tasarının çabuk kanunlaşmasını temin için ortak bir komisyon kurularak incelenmesini istemiştir. Fakat karma komisyon, teklifi, büyük toprak ağalarının temsilcisi 30 CHP'li milletvekilinin oylamaya katılmamasıyla reddetmiş ve bu tasarı da rafa kaldırılmıştır.

AP iktidarı döneminde ise Toprak Reformu için hiçbir çaba pekiştirilmemiştir. Tam tersine ağaların çıkarları pekiştirilmiştir. Cumhurbaşkanının vetosuna rağmen, toprak ağalarının işgal ettikleri devlet arazisine, daha kolay sahip çıkma olanağını sağlayan Tapulama Kanunu Mecliste kabul edilmiştir.

Toprak Reformu çabaları, toprak ağalarını birleşmeye ve örgütlenmeye zorlamıştır. 1965 yılında tasarı ortaya çıkınca, Ege toprak ağalarının örgütü olan Çiftçiler Birliği şöyle diyordu:

"Tasarı kanunlaşırsa üretim düşer, açlık olur. Çıkacak arazi ihtilaflarını önlemeye devletin zabıta gücü yetmez."

Söke'de 23 bin dönüm arazi sahibi olan Fahri Tanman'ın başkanlığındaki Türkiye Çiftçi Teşekkülleri Federasyonu, toprak reformunu komünistlik olarak ilan etmiştir. Federasyon Hür insanlar uyanınız adlı broşürde şöyle demektedir:

"Hepinize birden yani Moskova'ya uşak olmayan her şerefli insana kızıl ihtilâl geliyor! Canınızı, ailenizi, namınızı, namusunuzu katliamdan korumak için çaba göstermek zorundasınız. Türkiye, tarihin en kritik devresini yaşıyor. Komünizmin şerrinden kurtulmak için formül tektir. Ona kendi usulleriyle, yani kuvvetle saldırmak, suratına tükürmek, yumruğunu tepesinden eksiltmemek ve onu böylece namuslu insanlardan ayırmak, kızıl ve lekeli suretiyle yalnız ve ortada bırakmaktır."

Fahri Tanman ayrıca, takma adla bazı bildirileri de orduya dağıtmıştır. Bu bildiriler zamanın Milli Savunma Bakanlığı'nca açıklanmıştır. Ve bildiride görüldüğü gibi toprak ağaları gerekirse, Anayasanın öngördüğü toprak reformunu önlemek için savaşacaklarını söylemekten çekinmemektedirler.

Bugün, Erim iktidarı döneminde Toprak Reformu gene günümüzün konusudur. Başta AP olmak üzere, Güven Partisi, Demokratik Parti gibi bünyesinde toprak ağalarını bulunduran partiler karşıdırlar. Buna karşı Toprak Reformu'nun yapılmasını isteyenler CHP'nin bir kısmıyla, iktidardaki bakanların bazılarıdır.

SİVAS'I UNUTMA UNUTTURMA

 
haberler
 
Zorunlu Din Dersleri Hakkında
 
http://www.alevihaberajansi.com/images/stories/logo/z_din_kilavuz.jpg
 
Bugün 15 ziyaretçi (42 klik) can buradaydı!!!
oteller  Devrimci Siteler i ziyaret et
toplist
Toplist,Site Ekle, Backlink, Link Değişim Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol